Son yıllarda Türkiye'deki cinsiyet eşitsizliği, kadınlara yönelik şiddet ve taciz olayları, toplumda büyük bir infial yaratmaya devam ediyor. Bu bağlamda, Tacizcisini öldüren liseli Azra’yla ilgili yaşanan olay, hem hukuk sistemimizdeki eksiklikleri hem de toplumun konuyla ilgili duyarlılığını yeniden gündeme taşıdı. Azra'nın geçtiğimiz yıl yaşadığı trajik olay, genç bir bireyin yaşadığı bir kabusun sonucunu doğururken, toplumun birçok kesiminden de destek ve tepkiler geldi. Mahkeme süreçlerinin devam etmesiyle, Azra'nın davasına dair her geçen gün yeni gelişmeler yaşanmaktadır.
Azra, henüz 17 yaşındayken, tanımadığı bir adamın cinsel tacizine uğradı. Yaşadığı korkunç cinsel saldırı sonrası, hayatının tamamen değiştiği gün, Azra’nın ruhunda ağır izler bıraktı. Savunmasız bir pozisyonda, genç kızın karşılaştığı durum, ne yazık ki mücadelesiz kalmasına neden oldu. Mahkeme belgelerine göre, Azra'nın saldırgana karşı verdiği tepki, kendi hayatına yönelik bir savunma mekanizmasıydı. O an hissettiği korku ve çaresizlik, onu bambaşka bir yola sürükledi. Tacizciyi öldürdü ve bu olay, pasif bir mağdur olmaktansa aktif bir savunma geliştiren bir birey olmasının sonucuydu. Şu anki kanunlarımız ve yargı sistemimiz, cinsel şiddetin, kadınlara uygulanan şiddetin ve bu tür suçlar karşısında toplumun duruşunu sorgulamaya sebep oluyor.
Azra'nın davası, kamuoyunda geniş bir yankı buldu ve sosyal medya üzerinden yapılan paylaşımlar, çeşitli kampanyalar ve etkinliklerle desteklendi. "Duruma sessiz kalma!" sloganıyla birçok genç, kadın ve sosyolog, Azra'ya ve benzeri durumlara destek verdiler. Davanın ilk duruşmasında, mahkeme heyeti, mağdurun durumu ve saldırganın eylemleri hakkında detaylı bir inceleme yapmaya karar verdi. Bugün itibarıyla, az önce yapılan duruşmada mahkeme, Azra’nın savunmasını dikkate alarak oldukça dikkatli bir değerlendirme sürecine girmeyi tercih etti. Esasında bu durum, genç kızın yaşadığı travmanın ve bunu nasıl bir savunma mekanizması ile hayatta kalma çabasının anlaşılması açısından oldukça önemli.
Mahkeme, tarafların dinlenmesi ve delillerin toplanması için gerekli sürelerin tanınmasına karar verdi. Dava sürecinin bu aşamasında, sosyal medyanın ve halk desteğinin ne kadar önemli olduğu bir kez daha gözler önüne serildi. Azra'nın davasına olan ilgi, aslında toplumsal bir meseleye karşı duyarlılığı artırdı ve benzer vakalarda nasıl bir yol izlenmesi gerektiği konusunda tartışmalara yol açtı. Gelişmelerin takip edilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın hakları açısından önemli bir farkındalık oluşturuyor.
Bu dava sadece Azra'nın hikayesi değil, aynı zamanda Türkiye’deki tüm kadınların sesinin yükselmesi gerektiğinin göstergesi. Azra'nın yaşadığı travmanın benzerleriyle karşılaşmış binlerce kadın, bu davadan güç alarak seslerini duyurma yolunda cesaret kazanabilir. Unutulmaması gereken en önemli nokta ise; cinsel şiddet kurbanlarının mahremiyeti ve yaşadıkları acının toplumsal bir duyarlılık gerektirdiğidir. Umarız bu dava, Türkiye'de cinsiyet eşitliği ve kadın hakları konusunda önemli bir dönüm noktası olur ve benzeri olayların önlenmesi için bir adım atılmasına vesile olur.
Sonuç olarak, Azra’nın davası, yalnızca bir genç kızın yaşam mücadelesi değil; aynı zamanda toplumsal adalet, ‘mağdur’ kavramının yeniden tanımlanması ve toplumsal dokunun güçlenmesi açısından kritik bir eşik. Azra’nın hikayesi, bu tür olaylarla karşı karşıya kalan tüm bireyler için bir umut ışığı olurken, toplumsal farkındalık ve dayanışmanın önemini de bir kez daha bizlere hatırlatıyor.